1) Kitap

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 20
  • Öğe
    Kur’an’da Ahlâk Olgusu ve İnşâ Örnekleri
    (Kitap Dünyası Yayınları, 12/2022) Karakuş, Abdulkadir
    Kur’an, genel anlamda insanın eğitimiyle ilgilendiği gibi onların iç dünyalarının ihyasına da büyük bir önem verir. Şems Sûresi’nde yer alan “Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir” şeklindeki ayetler, insanın iç dünyasını ihya, ahlâkını inşa etmeye yöneliktir. Hz. Peygamber’in ahlâkının nasıl olduğu konusunda bilgi isteyenlere Hz. Âişe’nin, “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dı” şeklinde cevap vermesi, Kur’an’ın ahlâk inşasındaki rolüne işaret eden önemli bir ifadedir. Bu yönüyle Kur’an, baştan sona bir ahlâk kitabıdır ve muhataplarının şahsiyetini, ahlâk üzerinden inşa etmeyi gaye edinmiştir. Bu sebeple ahlâk, önemli bir kavram olarak Kur’an’ın öğretileri arasında yerini almış ve geldiği toplumu bu esas üzere inşa ve ihya etmiştir. Hz. Peygamber’in: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurması, ahlâk olmadan dinin eksik kalacağına, gerçek anlamda bir dindarlıktan söz edilemeyeceğine dair bir beyandır. Bu sebeple Kur’an; iman, ibadet ve ahlâkı birbirinden ayırmaksızın bir bütün olarak değerlendirir ve bu üç önemli olgunun birbirinin ayrılmaz parçası olduğunu her vesile ile öne çıkarır. Bir örnek üzerinden izah etmek gerekirse Kur’an, namazdan bahsederken, “Namazı kıl. Çünkü namaz, hayâsızlıktan ve çirkin işlerden alıkoyar ” ifadesiyle müminlere, namazın Allah ile buluşmayı ifade eden temel bir ibadet olduğuna, bunun yanında muhataplarının ahlâkının inşasında ne derece fonksiyonel olduğuna dikkat çeker. Böylece iman edenlerin, Allah ile her gün beş vakit buluşmak gibi bir görevi olduğunu hatırlatırken, bu vesileyle ahlâkî olgunluğa ulaşacaklarına da vurgu yapar. Bu araştırmada, Kur’an’ın ahlâk kavramına yüklediği anlam üzerinde durulacak ve Kur’an ile inşa edilmiş bir şahsiyetin nasıl bir kişiliğe sahip olması gerektiği, özellikle Hz. Peygamber’in şahsiyeti üzerinden örneklendirilerek tespit edilmeye çalışılacaktır.
  • Öğe
    Kutsal Bir Kitap Olarak Kur'an
    (Ankara Okulu Yayınları, 9/2022) Karakuş, Abdulkadir
    Elinizdeki The Qur’an as Scripture adlı bu kitap, Arthur Jeffery’nin, 1950 yılında yayınlanmış The Muslim World dergisinin 40-43. ciltlerinde yer alan dört makalesiyle, 1946 yılında Kudüs Ortadoğu Topluluğunun düzenlemiş olduğu bir konferansta sunmuş olduğu tebliğinin kitaplaşmış şeklidir. Kitap, muhtemelen yayıncı tarafından kaleme alınan bir önsöz ile beş bölümden oluşmaktadır. 1952 yılında New York’ta Russell F. Moore Company tarafından yayınlanmış ve tarafımızdan da “Kutsal Bir Kitap Olarak Kur’an” başlığıyla tercüme edilmiştir.
  • Öğe
    Kur’ân’a Göre Cinler ve Nusaybin Cinleri Hakkında Nakledilen Rivayetler
    (Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2022)
    Cin kelimesi ve türevleri, sözlükte gizlenmek, örtmek, karanlığın çökmesi, kabir, kefen, kefenleme işlemi, anne karnındaki bebek gibi manalarda kullanılmaktadır.1 Bu kullanımlardan anlaşıldığı kadarıyla bu kelime ve türevleri gizli, görünmez anlamına gelmekte ve görünmezliğin söz konusu olduğu hususlarda istimal edilmektedir. Buna göre cin, görünmez olan varlık demektir. Bu görünmezlik, hakiki olabileceği gibi mecazi de olabilir. Cinlerin varlığı ve mahiyeti hakkında dört temel görüşten bahsedebiliriz. Birinci görüşe göre cinler, insanlar gibi akıllı ve sorumlu varlıklardır. Onlar da insanlar gibi Hz. Peygamber’e ve Kur’ân’a tabi olmakla sorumludurlar. Bunun için insanların olduğu gibi cinlerin de mümini ve kâfiri bulunmaktadır. Bu görüşe göre cinler insanlarla münasebet kurup onları etkileyebilir. Bu görüş sahiplerine göre cinler, farklı şekillere girme ve hızlı hareket etme kabiliyetine sahiptirler. Bu görüşü savunanlar, cinlerin insanlara zarar verme gücüne sahip olup olmadıkları ve bu konudaki özgürlükleri konusunda ihtilaf etmişlerdir.
  • Öğe
    Hz. İbrâhim’in Tahkîkî İmana Ulaşma Çabaları ve Tebliğ Metodu
    (Nida Akademi, 2019)
    Hz. İbrâhim; tebliğ faaliyetine başlamadan önce tahkîkî imana ulaşmak için aklını kullanmış, bu yolla Allah’ın varlığını ve birliğini keşfetmeye çalışmıştır. Ardından kalbinin mutmain olması, şeytânî ve sveselerden kurtulması için rabbine niyazda bulunuş ve bu konuda onun yardımına muhtaç olduğunu belirtmiştir. Hz. İbrâhim, akıl yürütme yöntemleriyle rabbini bulduktan ve mutmain bir kalbe sahip olduktan sonra tebliğ faaliyetine başlamıştır. Hz. İbrâhim, bildiği, inandığı hakikati insanlara anlatmış ve onları ebedi saadete davet etmiştir. Hz. İbrâhim’in davet anlayışı, korku ve şiddete değil; ikna etmeye dayanmaktadır. O, baskılarla ve tahditlerle karşı karşıya kaldığı halde bu tavrını değiştirmemiştir. Hz. İbrâhim, tebliğ faaliyetinde bulunurken kendisini sevdirmiş, işinin ehli olduğunu bildirmiş, muhatabın aldatıldığını ve onun iyiliğini düşündüğünü ortaya koymuştur. Ayrıca ümit ve rmeyi ve Allah’ın gazabını hatırlatmayı da ihmal etmemiştir. Öte yandan tebliğine olumlu ve ya olumsuz cevap ve ren herkes için dua etmiş ve onlar için Allah’tan bağışlama dilemiştir. Bu çalışmada Hz. İbrâhim’in tebliğ faaliyetine başlamadan önce bu önemli göreve hazır hale gelmek için göstermiş olduğu çabaların üzerinde durulacak, ardından onun tebliğ metodunun özellikleri ele alınacaktır.
  • Öğe
    CÂBİR B. ZEYD HAYATI, MEZHEBİ VE TEFSİR ANLAYIŞI
    (Hikmetevi, 2022)
    Câbir b. Zeyd, 21/641-642 tarihinde Uman’ın Nezvâ bölgesinin Fark köyünde dünyaya gelmiş, ilmini geliştirmek için söz konusu dönemde önemli bir ilim merkezi olan ve çok sayıda sahabinin yaşadığı Basra’ya yerleşmiş, 93/711-712 tarihinde bu şehirde vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Hz. Ali ve İbn Abbas dâhil birçok sahabinin rahle-i tedrisinden geçen Câbir b. Zeyd, önemli bir fakîh ve müfessirdir. Çok sayıda sahabi ve tâbiî âlimin övgüsüne mazhar olan müfessirin siyasî/itikâdî görüşü hakkında farklı bilgiler nakledilmiştir. İbâzıyye mezhebi mensupları, onu mezheplerinin kurucusu ve imamı olarak takdim ederken, Ehl-i sünnet âlimlerinin birçoğu, onun ilgili mezheple bir alakasının bulunmadığını ve Ehl-i sünnetin önemli âlimlerinden olduğunu söylemekte ve onu sika bir râvî, önemli bir fakîh ve müfessir olarak kabul etmektedir. Câbir b. Zeyd, söz konusu dönemdeki diğer âlimler gibi ihtiyaca binaen bazı âyetleri tefsir etmiş ve çeşitli konular hakkında âyetlerden hükümler istinbât etmiştir. Daha çok ahkâm âyetlerini tefsir etmeye çalışan müfessir, Kur’an’ı lügatle tefsir etmeye önem vermiş, Kur’an’ı Kur’an’la, sünnetle, sahabe sözleriyle ve nüzul sebepleriyle de Açıklamayı ihmal etmemiştir. Ehl-i sünnet ve İbâzıyye’nin kaynaklarında tefsir ve fıkhî görüşlerine yer verilen müfessirin, tabilerine gönderdiği on sekiz mektup ve çeşitli sorulara verdiği cevaplardan oluşan iki risale ile namaz ve nikâh konusunda yazdığı iki kısa çalışması zamanımıza ulaşmıştır. Elinizdeki kitapta hem Ehl-i sünnet hem de İbâzıyye tarafından hüsnü kabul görmüş bu önemli tâbiî müfessir ve fakîhin hayatını, ilmî kişiliğini ve tefsir anlayışını bulacaksınız.
  • Öğe
    Osmanlı Sonrası Bulgaristan’da Yapılan Bazı Bulgarca Kur’ân Çalışmaları
    (İKSAD, 30.10.2020) Özcan Esat
    Yüce Allah’ın son mesajı, kitabı Kur’ân’dır. Kur’ân, Arapça indirilmiştir. Kur’ân’ın ilk muhatapları, Arap oldukları için onu anlama konusunda bir sorunla karşılaşmamışlardır. Daha sonra Müslüman olan ve Arap olmayan insanlar ya Kur’ân’ın dilini, Arapçayı öğren-miş veya onun emirlerini yerine getirmekle iktifa etmişlerdir. Namazda Kur’ân’dan âyetle-rin, sûrelerin okunmasının gerekli olması, Arap olmayan ve Arapça öğrenemeyen Müslü-manların Kur’ân’ın kendi dillerine tercüme edilmesini istemelerine neden olmuştur. Ayrıca dine davet etme konusu da Kur’ân’ın tercüme edilmesini gerekli kılmıştır. Zira İslam dini-nin muhatapları sadece Araplardan, Arapça bilenlerden oluşmamaktadır. Bunun için Hz. Peygamber’in emri ve onayı ile Kur’ân’ın bazı âyet ve sûreleri başka dillere tercüme edil-miştir. Kur’ân’ın tercüme edildiği dillerden biri de Bulgarcadır. Bulgaristan’ın Osmanlı’nın hakimiyetine geçmesi ile buraya birçok Müslüman yer-leşmiş, buralarda yaşayan ve farklı din ve milletlere mensup bazı kişiler de Müslüman ol-muşlardır. Bulgaristan’da, Osmanlı döneminde Kur’ân’ın Bulgarca tercümesine pek ihtiyaç duyulmamış, ana dilleri Bulgarca olan insanlar, Kur’ân’ın emirlerini uygulamakla yetinmiş veya Arapça ve Osmanlıca meal ve tefsirlerden yararlanmaya çalışmışlardır. Bulgarca meal ve tefsir yazımı ise Bulgaristan’ın Osmanlı’nın hakimiyetinden çıkmasıyla önem kazanmış-tır. Bulgaristan’ın Osmanlı’nın elinden çıkması, İslam’ı ve Kur’ân’ı kötülemek isteyenlerin, Bulgarca tefsir ve meal yazmaya başlamalarına neden olmuştur. Bu çalışmalarda doğru tef-sir ve meal yazmak yerine, Kur’ân’ı kötüleme amacı güdülmüştür. Bu da Müslüman âlimle-rin Kur’ân’ı doğru bir şekilde Bulgarcaya aktarmaya çalışmalarına ve bu dilde tefsir ve meal yazmalarına vesile olmuştur. Bu çalışmada yazılan bazı Bulgarca tefsir ve mealleri değerlendirmeye çalışacağız. Bulgaristan’da kaleme alınan Bulgarca meal ve tefsirlere geçmeden önce Bulgaristan’ın tarihi, etnik ve dinî yapısı ile Bulgaristan’da bulunan Müslümanlara ait eğitim kurumlarıyla ilgili özet bilgiler vermeye gayret edeceğiz.
  • Öğe
    Kurtubî (Ö. 671/1273) (Hayatı ve Tefsirciliği)
    (Beyan Yayınları, 12/2021) Karakuş, Abdulkadir
    Kurtubî, İslâm dünyasının çok zor sınavlardan geçtiği bir dönem olan 13. yüzyılda Endülüs’te ve buranın düşman eline geçmesinden sonra da hem doğudan hem de batıdan pek çok âlimin sığındığı ve böylece önemli bir ilim merkezi haline gelen Mısır’da yaşamıştır. İslâm dünyasının doğusunun Moğol istilasıyla, batısının ise Haçlı seferleriyle kıskaca alındığı bu zorlu dönemde Kurtubî, ilim-irfan ile meşgul olmuş, öğrenciler yetiştirmiş ve asırlar boyu Müslümanların elinden düşmeyecek ölümsüz eserler bırakmıştır. Bu çalışmada Kurtubî’nin hayatı ve ilmî şahsiyeti yanında yazdığı eserler tanıtılacak ve eserleri içinde haklı ve önemli bir şöhrete sahip olan el-Câmiʿ li ahkâmi’l-Kur’ân adlı eseri bağlamında onun tefsiri ve metodu ortaya konmaya çalışılacaktır. Çalışmaya konu olarak Kurtubî’nin seçilmesi, onun, içinde bulunduğu zor şartlara rağmen süreklilik arz eden bereketli çalışmaları ve ortaya koyduğu önemli fikirleri, günümüz ilim adamlarına büyük idealler ve fikirler aşılayacak türden bir hayatı yaşamış olması sebebiyledir.
  • Öğe
    İbadet esaslarıyla ilgili Kur'an kavramları
    (Hikmetevi Yayınları, 9/2021) Karakuş, Abdulkadir
    Kutsal bir metin olarak Kur’an’ın mesajları, insanların kullandığı kelimeler, ifade biçimleri ve kavram kalıplarıyla insanlığın idrakine sunulmuştur. Bu sebeple Kur’an’ın insanlığa sunmak istediği mesajın doğru bir şekilde anlaşılabilmesi, içerisindeki anahtar kelimelerin ve kavramların bilinmesiyle mümkündür. Bir başka ifadeyle Kur’an’ın insanlığın hidayetine yönelik olarak verdiği mesajların Allah’ın muradına uygun olarak anlaşılabilmesi, ondaki anahtar kelimelerin anlam alanlarının ve Kur’an bütünlüğü içerisinde ifade ettikleri manaların doğru bir biçimde tespit edilmesiyle yakından alakalıdır. Kur’an’ın dünya hakkındaki görüşünün teşekküllünde hayati rol oynayan anahtar kelimelerin tamamı olan söz konusu kavramlar anlaşılmadan Kur’an’ın da doğru bir şekilde anlaşılması, böylece sahih bir İslâm anlayışının insanlığın idrakine sunulması mümkün olmayacaktır. Hatta çoğu zaman kelimelerin lügatlerdeki anlamını tespit etmek metni doğru anlamaya yetmeyecek, söz konusu kelimenin metindeki tertip ve düzen içerisindeki manasının da ortaya konması gerekecektir. Elinizdeki bu kitapta da Kur’an’daki ibadetle ilgili kavramlar, Kur’an ve konu bütünlüğü içerisinde anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    OSMANLI SONRASI BOSNA-HERSEK’TE YAPILAN BAZI BOŞNAKÇA KUR’ÂN ÇALIŞMALARI
    (İKSAD, 30.10.2020) Özcan Esat
    Kur’ân, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son mesajıdır. Bu son mesajın ilk muhatap kitlesinin Araplardan müteşekkil bulunması, onun Arapça nazil olmasını gerekli kılmıştır. Ancak Hz. Muhammed, diğer peygamberler gibi sadece belli bir döneme, belli bir kitleye gönderilmiş bir peygamber değildir. O, farklı bölgelerde yaşayan ve başka dilleri konuşan diğer insanlara da gönderilmiştir. İslam dinini se-çen farklı dilleri konuşan insanlar da bu son ilahî mesajı anlamak istediler. Bu insan-ların az bir kısmı, Arapça öğrenerek Kur’ân’ı anlamaya çalıştılar. Büyük bir kısmı ise Kur’ân’ı anlamaktan mahrum kaldılar ve sadece onun öğretilerini yaşamakla yetindiler. Bunun üzerine farklı dilleri konuşan âlimler, kendi dillerinde Kur’ân’ın meal ve tefsirini yazmaya başladılar. Kur’ân’ın meal ve tefsirlerinin yazıldığı dil-lerden biri de Bosna-Hersekli Müslümanların dili olan Boşnakçadır. Bosna-Hersek, uzun zaman Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Bosna-Hersekli Müslümanlar, Osmanlı hakimiyetinde kaldıkları sürece Arapça ve Osmanlıca meal ve tefsirlerden yararlandılar ve Boşnakça çalışmalara pek ihtiyaç duymadılar. Ancak 19. asırda Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan imparatorluğunun işgaline maruz kalarak Osmanlı’dan koptu. Bu da Boşnakça meal ve tefsirleri daha fazla gerekli hale getirdi. Bunun üzerine Bosna-Hersekli Müslüman âlimler, kendi dillerinde Kur’ân’ın meal ve tefsirlerini yazmaya önem verdiler ve bu konuda bazı eserler meydana getirdiler. Müslüman âlimlerle birlikte oryantalistler de Boşnakça Kur’ân çalışmalarında bulundular ve bu dilde bazı mealler kaleme aldılar. Bu çalışmamızda Osmanlı sonrası Bosna-Hersek’te yapılan bazı Boşnakça Kur’ân çalışmalarını değerlendirmeye çalışacağız. Bosna-Hersek’te yazılan Boşnak-ça meal ve tefsirlere geçmeden önce Bosna-Hersek’in tarihi, etnik ve dinî yapısı ile ilgili özet bilgiler vermeye gayret edeceğiz. Daha sonra Osmanlı sonrası kaleme alınan bazı Boşnakça meal ve tefsirleri tanıtacağız. Her bir meal ve tefsiri tanıtırken ilgili eserlerin telif yöntemleri ve muhtevalarından bahsettikten sonra eserlerdeki olumlu ve olumsuz tarafları ortaya koymaya çalışacağız.
  • Öğe
    İman esaslarıyla ilgili Kur'an kavramları
    (Hikmetevi Yayınları, 1/2020) Karakuş, Abdulkadir
    Kur’an belli bir zümreye, belli bir zaman ve mekâna bağlı olarak değil, tüm insanlığa ve kıyâmete kadar devam edecek olan zaman dilimine hitap eden bir kitap olarak gönderilmiştir. Daha önceki peygamberlerin getirdiği mesajın yanlış anlaşılması durumunda yeni bir peygamber veya yeni bir kitap ile yanlış anlaşılmaların izale edilmesi mümkün iken, Kur’an’ın yanlış anlaşılıp hatalı yorumlanması durumunda bu durumu düzeltecek yeni bir peygamber gelmeyeceği için, yaşansın diye gönderilen Kur’an’ın doğru anlaşılması hayati bir meseledir. Allah’ın, anlaşılması ve amel edilmesi için bir yol gösterici ve hidayet kaynağı olarak gönderdiği Kur’an’ı gerçek manasıyla anlamanın en önemli ilkesi, ondaki kavramları yerli yerinde ve doğru bir şekilde anlamaktır. Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında şüphesiz ki örf, adet ve gelenekten tutun da toplumun genel kabullerine, çağın hayat anlayışına kadar pek çok unsurun etkisi olduğu açık bir gerçektir. Bundan dolayı gerek toplumların sahip olduğu kültürel değerlerin gerekse toplumsal veya kişisel ön kabullerin etkisi altında yapılan yorumlar birçok Kur’an kavramının yanlış anlaşılmasına veya anlam değişimine uğramasına yol açmıştır. Bu sebeple Kur’an kelime ve kavramlarının kendi anlam dünyasında değerlendirilerek anlaşılması çok büyük bir önem arz etmektedir. Bu kitapta İman Esaslarıyla ilgili Kur’an Kavramları, Kur’an bütünlüğü içerisinde anlatılmaya çalışılacaktır.
  • Öğe
    Kur’an: Mahiyeti, Öğretisi ve Kitabı Mukaddeslerle İlgili Tanıklığı
    (Ankara Okulu Yayınları, 2020) Karakuş, Abdulkadir; Karakuş, Abdulkadir
    1855 yıllarında kaleme alınmış elinizdeki The Corân adlı bu eser iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde yazar batılıları özellikle Hristiyanları İslâm, Kur’an ve Hz. Peygamber hakkında bilgilendirmiş, onlara Müslümanların din anlayışları hakkında bilgiler vermiştir. Bu bölümde Kur’an’ın kutsal kitaplar içerisinde en zor anlaşılan kitap olduğunu ve özellikle kısa surelerden oluşan Mekke dönemine ait ilk bölümlerin Hz. Peygamber tarafından tasarlanıp yazıldığını ifade etmekten geri durmamıştır. İkinci bölümde ise Kur’an ayetleri ışığında elde mevcut olan Kitabı Mukaddeslerin Hz. Peygamber dönemindekilerle aynı olduğunu ispat etmeye çalışmış, kendi tabiriyle Kur’an’ın Kitabı Mukaddeslere tanıklık ettiğini ortaya koymaya gayret etmiştir. Bu bölüm aynı zamanda Müslüman okurlara da hitap etmektedir ve onları, aralarındaki yaygın kanaatin aksine Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarının en ufak bir değişime ve tahrife uğramadığına ikna etmeye çabalamıştır. Bunu yaparken de Kur’an’da kitap ehliyle ilgili bulunan ayetleri, Beyzâvî ve Celâleyn tefsirlerinden deliller getirerek ele almış ve kendi fikriyatı çerçevesinde yorumlamaya çalışmıştır. Elinizdeki bu kitap, Kur’an’a oryantalist bakış açısını ortaya koyamaya yönelik önemli bir eserdir.
  • Öğe
    Kitabü'l-mesahif, Kur'an'ın kitaplaşması
    (Ankara Okulu Yayınları, 2018) Karakuş, Abdulkadir
    Tefsir ve Kur’an tarihinin önemli âlimlerinden, üçüncü yüzyılda yaşamış olan Abdullah İbn Ebî Dâvûd, sadece tefsir, kıraat ve Kur’an tarihi alanında değil İslami ilimlerin hemen hemen her dalında bilgi sahibi olan ve önemli eserler veren ilk dönem önemli ilim adamlarımızdan bir tanesidir. İbn Ebî Dâvûd meşhur Sünen sahibi Ebû Dâvûd’un oğludur. Babasının da büyük bir âlim olması sebebiyle devrin en önde gelen hocalarından ders almış ve devrinin önemli ilim adamları arasında yerini almıştır. İsfahân’da doğumuyla başlayan hayatı pek çok faydalı eserler bırakarak Bağdat’ta son bulmuştur. Kaynaklarımızda onun pek çok eserler verdiğinden bahsedilse de bunlardan günümüze kadar ulaşan tek eseri Kitâbü’l-Mesâhif’tir. Ayrıca bu eser, Kur’an tarihi alanında yazılmış pek çok Kitâbü’l-Mesâhif isimli eserlerden günümüze kadar ulaşabilmiş tek eserdir.
  • Öğe
    Übey b. Ka'b; ilmî şahsiyeti, kıraati ve tefsirdeki metodu
    (Hikmetevi Yayınları, 2018/12) Karakuş, Abdulkadir
    İslam’dan önce, putlara tapınmaktan tatmin olmayarak Yahudilik ve Hristiyanlığı titizlikle inceleyen, Tevrat’ı ve İncil’i en az bir Yahudi ve Hristiyan âlimi kadar iyi bilen Übey, İslam’ın adının Hicaz’da duyulmaya başladığı ilk dönemlerde Medine’den Mekke’ye kadar gelerek Akabe’de Hz. Peygamber’e biat etmiş ve Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber’e gelen vahyi yazarak, onun Medineliler içerisindeki ilk vahiy kâtibi olmuş, bunun yanında adli ve siyasi kâtiplik de yaparak Hz. Peygamber’in sır ortağı haline gelmiştir. O, Hz. Peygamberin sağlığında insanların problemleriyle yakından ilgilenmiş, fetva vermiş, Kur’an öğretmiş, zekât tahsildarlığı görevini başarıyla yürütmüş ve Hz. Peygamber’in bütün savaşlarında ve zor günlerinde hep yanında durmuştur. İlme ve öğrenmeye olan merakının da tesiriyle Kur’an’ı ezberlemiş ve kendisine özel bir Mushaf yazmıştır. Bu Mushaf’ında Kur’an ayetlerinin yanı sıra Hz. Peygamber’den duyduğu tefsir kabilinden açıklamalar da yer almış, bu notlar daha sonra Kur’an tefsiri için önemli bir kaynak haline gelmiştir. Bütün bu özellikleri onu Medine Tefsir Okulunun kurucusu haline getirmiş ve orada pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bu kitapta Übey’in Kur’an’a adanmış ömrünün bir özetini ve Kur’an ile geçen bir ömrün serüvenini bulacaksınız.
  • Öğe
    Bir Müfessir Olarak Hz. Âişe
    (Beyan Yayınları, 4/2021) Karakuş, Abdulkadir
    Hz. Âişe, gerek ilmi şahsiyeti gerekse müminler arasındaki konumu itibarıyla haklı bir şöhrete sahip olmuştur. O, pek çok ilim dalında olduğu gibi Kur’ân ilimleri alanında da ashab arasında temayüz etmiştir. Nitekim Hz. Âişe küçük yaşta babasından ve ailesinden dinlediği kadarıyla Kur’ân’ı ezberlemeye başlamış ve Hz. Peygamber henüz hayattayken hafız olan sahabîler arasına katılmıştır. Hz. Peygamber’le çok küçük yaşta evlenmesi, Kur’ân ilimleriyle daha yakından ilgilenmesinin yolunu açmış, bunun sonucunda Kur’ân vahyine şahit olarak ayetlerin nüzûl ortamına vakıf olmuştur. İlk kaynak olan Hz. Peygamber’den ayetlerin tefsiri ile ilgili pek çok açıklamayı öğrenmiş ve daha sonrakilere önemli bir miras olarak aktarmıştır. Kendine özel bir Mushaf edinmiş ve bu Mushaf’ta bazı ayetlerin açıklaması mahiyetinde notlar oluşturmuş, bu notlar da daha sonrakiler için önemli bir tefsir malzemesi haline gelmiştir. Kur’ân’ı tefsir ederken, onun bütünlüğünü gözetmeye büyük önem vermiş ve anlamadığı ayetleri öncelikle yine Kur’ân’a müracaat ederek anlama yoluna gitmiştir. Anlayamadığı bir kısım ayetleri de bizzat Hz. Peygamber’den sorarak öğrenmiş ve Kur’ân’ı Hz. Peygamber’den öğrendiği şekilde anlamlandırmaya ve yaşamaya gayret etmiştir. Vahiy ortamını ve nüzûl sebeplerini çok iyi bilmesi vesilesiyle, Kur’ân tefsirinde bu bilgileri de başarıyla kullanmıştır. Hz. Âişe tefsirde rey ve içtihat metodunu da kullanmaktan geri kalmamış, ayetleri akıl ve tefekkür süzgecinden geçirerek ulaştığı kanaati dile getirmekten çekinmemiştir. Hz. Âişe karşılaştığı olayları, duyduğu haberleri kimden gelirse gelsin hemen kabul etmemiş, onları sorgulamış, doğrusunu öğrenmek için gayret sarf etmiş, bu haberleri ve olayları Kur’ân’a ve onun canlı örneği olan Hz. Peygamber’in yorumlarına arz etmiş, böylece Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in onay verdiği bilgileri gündemine almıştır. Akıl ve vahiy süzgecinden geçirmediği bilgiyle arasına daima belli bir mesafe koymuştur. Tefsirinde sosyal problemlerin çözümüne yönelik mesajları ön plana çıkarmış ve Kur’ân’ı yaşanan bir hayat kitabı haline getirmiştir. Bu yönüyle onu, ictimaî tefsir metodunu kullananların öncülerinden saymak asla yanlış olmayacaktır.
  • Öğe
    Mücâhid b. Cebr’in tefsiri ve tefsirindeki israilî rivayetlere yaratılışla ilgili ayetler bağlamında bir bakış
    (Ensar Neşriyat, 12/2020) Karakuş, Abdulkadir
    21/642 yılında Mekke’de doğan Mücâhid b. Cebr (ö. 103/721) ilmini ilk olarak kölesi olduğu Kays b. Sâib’den almıştır. Tefsir, hadis ve fıkıh alanında Abdullah b. Abbas başta olmak üzere sahabenin önde gelenlerinden ilim öğrenmiştir. Kur’an’ı huzurunda defalarca tekrar ettiği İbn Abbas’ın vefatından sonra Mekke tefsir ekolünde pek çok ilim adamı yetiştirmiştir. Abdullah b. Abbas’tan aldığı tefsiri kayıt altına almış, öğrettiği tefsiri de kendi öğrencilerine yazdırmıştır. Bu yazılı kaynaklardan faydalanılarak kendisine nispet edilen Tefsîru Mücâhid adıyla meşhur tefsiri meydana gelmiştir. Bu tefsirinde Câhiliye dönemi şiirinden, sebeb-i nüzulden ve İsrâiliyâttan oldukça faydalanmış ve İsrâiliyât konusunda daha sonraki âlimlerce eleştirilmiştir. Kur’an’da yaratıcının kim olduğu ve yaratılışın niçin meydana geldiği hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açık bir şekilde vurgulanırken, yaratılışın nasıl gerçekleştiği hususu açık değildir. İlk dönemlerde İsrâilî rivayetler bağlamında oluşturulan “yaratılış senaryosu” daha sonraki dönemlerde de aynen kabul görmüştür. Bu araştırmada Mücâhid’in tefsirinde bulunan, özellikle insanın yaratılışı konusundaki İsrâilî rivayetler bağlamında Kur’an’da yaratılış konusu ve onun İsrâiliyât anlayışı ortaya konmaya çalışılacaktır.
  • Öğe
    Molla Halil es-Siirdî'nin nesih anlayışı
    (Beyan Yayınları, 2019) Karakuş, Abdulkadir
    Doğu medrese geleneğinin önemli şahsiyetlerinden olan Molla Halil’in, Basîretü’l-kulûb adlı eserinden yola çıkarak yaptığımız bu çalışmada, Molla Halil’in nesih ile ilgili görüş ve kanaatini ortaya koymaya çalıştık. Nesih, ilk dönemlerden bu yana pek çok tartışmaya sebep olmuş önemli bir konudur. Kur’an’ın, kendinden önceki şeriatları neshettiğine dair herhangi bir ihtilaf olmamakla birlikte Kur’an’ın kendi içerisinde neshin var olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Neshin, zamanın şartları gereği ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verdiğini düşünerek onun bir gereklilik olduğunu savunanların yanında, neshi gerektirecek ihtiyaçların insanların yaşadığı her devirde var olacağını ileri sürerek aleyhte görüş beyan edenler de olmuştur. Biz bu araştırmamızda konuyu, neshin varlığı veya yokluğu üzerinden değil de; neshin, hükmü ilelebet mi yoksa geçici olarak mı ortadan kaldırdığı üzerinden işlemeye gayret ettik. Molla Halil’in söz konusu eserinden yola çıkarak yaptığımız incelememizde müellifin, neshin varlığına delil olarak sunulan ayetlerde neshi klasik anlamda kabullendiğini açıkça görebiliyoruz. Kaynaklarımızın Kur’an’daki neshe dair örnek olarak sunduğu ayetlerin bir kısmında nesihten söz ederken önemli bir kısmında nesihten hiç bahsetmediğine şahitlik ediyoruz. Âlimler tarafından neshedildiğine dair kanaatlerin belirtildiği bazı ayetler hakkında nesih yerine tahsisten söz ederek, nesih ile tahsisi aynı anlamda kullandığına tanık oluyoruz. İlk dönemlerden bu yana neshi tahsis, takyid, tebyin… vb. kelimelerle ifade eden ulemanın söyledikleri çerçevesinde konuyu ele aldığımızda Molla Halil’in nesih hakkında düşündüklerini anlayabiliyoruz. Ayrıca müellifin mensûh ayetlerle ilgili olarak onların ictihadî olduklarından bahsetmesi de bize nesih hakkındaki görüşleriyle ilgili ipuçları vermektedir.
  • Öğe
    Molla Halil es-Si‘irdî hayatı, eserleri ve ilmî kişiliği
    (Beyan Yayınları, 2019) Özcan, Abdullah; Kahraman, Muhammed Şerif; Sevgili, M. Macit; Sevgili, M. Macit
    XVIII. yüzyılın son yarısı ile XIX. yüzyılın ilk yarısı arasında yaşamış olan Molla Halîl es-Si‘irdî, Osmanlı âlimlerinden/müelliflerinden ve Şark medrese geleneğinin önemli halkalarından biridir. İlmî ve tasavvufî eğitimini doğduğu yer olan Bitlis’in [Hizan] yanı sıra Van, Siirt, Cizre, Musul ve İmâdiyye gibi dönemin önemli ilim merkezlerinde seçkin âlimlerden alan Molla Halil, tedrîsât faaliyetlerini çoğunlukla ve son olarak Siirt’te yürütmüş ve bundan ötürü “es-Si‘irdî” nisbesiyle ün kazanmıştır. Ömrünün büyük bir bölümünü ders vererek geçiren Molla Halil, aynı zamanda İslâmî ilimlerde kırkı aşkın eser telif etmiştir. Gerek tedrîsât ve gerekse telîfât faaliyetleriyle ilim ve kültür mirasımıza önemli katkı sağlayan Molla Halil, medrese geleneğinde “eşŞevkî”, “Allâme”, “Üstâzu’l-kull fi’l-kull” ve “Seyda” gibi lakaplarla bilinmektedir. Molla Halil es-Si‘irdî; ilmî kişiliği, eserleri ve tedrîsat faaliyetleriyle kendi döneminde ilmî hareketliliğe ivme ve canlılık kazandırmıştır. Eğitim müfredâtının yenilenmesi, eğitim sisteminin tekrar dizayn edilmesi gibi hususlarda, Molla Halil’in medreseler üzerindeki dönüştürücü etkisini müşâhede etmek mümkündür. Nitekim günümüze kadar intikâl eden medreselerin ilmî icâzet silsileleri, büyük ölçüde kendisine dayanmaktadır. Molla Halil es-Si‘irdî; telîf, telhîs, şerh ve hâşiye geleneğinin de son temsilcilerindendir. Onun, Osmanlıların buhranlı dönemine tekâbül eden bir dönemde, âsitâneden uzak bir bölgede münzevi ve mütevazı bir hayat sürmesi; ilmî birikiminin, eserlerinin ve ilim dünyasına katkılarının yeterince keşfedilememiş olmasına ve hak ettiği ilgiyi görmemesine neden olmuştur. İlim ve kültür mirasımıza bu denli katkı sağlamış böyle bir âlimi tanıtmak ve onun kayıp hazinesinin keşfedilmemiş yönlerini akademik bir perspektifle gün yüzüne çıkarmak amacıyla 2018 yılı 4-6 Mayıs tarihleri arasında, Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından “Molla Halil es-Si‘irdî” konulu uluslararası bir sempozyum 12 / Molla Halil es-Si‘irdî Hayatı, Eserleri ve İlmî Kişiliği düzenlenmiştir. Bu sempozyuma, yurt içi ve yurt dışından pek çok bilim insanı iştirak etmiştir. Katılımcılar, hem temel İslâm bilimlerinin her bir alanında hem de felsefî ilimlerde önemli bir yere sahip olan Molla Halil es-Si‘irdî’yi farklı açılardan ele alıp değerlendirmiştir. Yüze yakın akademisyenin katkıları ile hazırlanan bu kitaptaki çalışmalarda; yazı dili Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Zazacadır. İSAM yazım kuralları esas alınarak hazırlanan bu çalışmalar, editör kurulumuz tarafından tek tek okunarak incelenmiş ve gerekli düzenlemelerin yazarlar tarafından yapılması sağlanmıştır. Ayrıca Molla Halil’in hayatı ve eserleri, müstakil birer bölüm olarak kitabın giriş kısmında yer aldığından, sonraki bölümlerde tematik açıdan mükerrer pasajların tamamen hazf edilmesi yönünde bir tasarrufa gidilmiştir. Keza bazı çalışmalarda, editör kurulu tarafından gerekli görülen birtakım mülahazalar dipnotta [ed.] belirtilmiştir. Nihayetinde bu sempozyum, son derece değerli çalışmaların ortaya konulmasına vesile olmuş ve yapılan bu çalışmalar, iki ciltlik bir kitap halinde basılarak ilim dünyasının hizmetine sunulmuştur. Son olarak, gerek muhtelif branşlarda birçok değerli bilim insanının bir araya gelmesini sağlayarak bu sempozyumun düzenlenmesine öncülük eden, gerekse Molla Halil’in hayatının, eserlerinin ve ilmi kişiliğinin tüm yönleriyle ele alındığı bu kıymetli çalışmanın basılmasında ön ayak olan saygıdeğer hocamız Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA’ya gönülden şükranlarımızı sunar, kendisine uzun ve sağlıklı ömürler dileriz. Editör Kurulu
  • Öğe
    Ahilik öğretilerine ilham olan ayetler
    (Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2018-12) Karakuş, Abdulkadir
    Ahîlik, Türk-İslam Medeniyetinin önemli kurumlarından bir tanesidir. Bu kurum Orta Çağ İslam dünyasında doğup-büyümesi, gelişmesi, devlet ve toplum hayatını derinden etkilemesi açısından çok önemlidir Ahîlerin vizyonunun temel belirleyicileri, ilhamını Kur’an ayetlerinden ve Hz. Peygamberin öğretilerinden alan Fütüvvetnâmelerdir. Dolayısıyla Ahîlikte ilme ve irfana son derece önem verildiği için ahî zaviyelerinde Ahî Evran’ın kitapları yanında bu Fütüvvetnâmeler okutulmuştur. Bunun sonucunda Ahîlik, öncelikle meslek ilkelerine sahip bir kurum olması yanında, aynı zamanda ahlaki esaslara da dayanmıştır. Bu yüzden Ahîlik teşkilatı yüksek ahlâka mensup kişilerin toplandığı bir yer olmuştur. Ahîliğin kökeni ne olursa olsun Ahî ahlâkı, temelde Kur’ani ilkelere dayanmaktadır. Ahîliğin ahlaki değerlerini ve insani ilişkilerini detaylı olarak tahlil ettiğimizde önemli derecede Hz. Peygamber ahlâkına ve onun ahlâkının temelini oluşturan Kur’an ayetlerine dayandığını görebiliriz. Ahîlik öğretisinin çağlar boyu kabul görmesinin, halkın ticari hayatını ahlaki kalıplar içerisinde ideal bir şekle sokup, onların din ile irtibatının canlı bir şekilde devam edebilmesinin temelinde, bu öğretinin Kur’an’dan mülhem bir ruh ve anlayışla vücuda getirilmesinin çok önemli rolü olmuştur. Bu araştırmamızda, Ahîlik öğretilerinde ve Fütüvvetnâmelerde vurgulanan Kur’an ayetlerini tespit edip, bu ayetlerin Ahîlik kurumunun başarılı olmasına tesiri üzerinde durmaya çalışacağız.
  • Öğe
    Eyyûbî-Memlûk döneminde tefsir (Ezdî Örneği)
    (Kitap Dünyası, 2019-08-01) Esat, Özcan
    Eyyûbî-Memlûk döneminde, ilme son derece önem verilmiş; ilmin gelişmesi, yayılması için birçok eğitim kurumu inşa edilmiş ve bu kurumlara zengin vakıflar tahsis edilerek ilmî faaliyetlerin canlılığını koruması hedeflenmiştir. Söz konusu eğitim kurumlarında başta tefsir olmak üzere dinî ilimler ile bu ilimlerin anlaşılmasını sağlayan dil bilimleri öğretilmiştir. Bu dönemde çok önemli müfessirler yetişmiş ve değerli tefsirler kalem alınmıştır. Bu müfessirlerden biri de Hıdır b. Abdurrahman el-Ezdî’dir (v. 700/1301). Ezdî, et-Tibyân fî tefsîri’l-Kur’ân adıyla kaleme aldığı tefsirinde nüzul sebeplerine dâir rivayetlere, muhtelif kıraatlere çokça yer vermiş; özellikle Kur’ân’ı Kur’ân ile lügat ve nahiv ilimleriyle tefsir etmeye büyük önem vermiştir. Ezdî, kendisinden önce yapılan tefsirlerden de yararlanmış, özellikle de Hz. Peygamber ve sahabenin tefsirlerine başvurmuştur.
  • Öğe
    XIX. yüzyılda tarikat-siyaset ilişkisi: Nehrî Tekkesi örneği
    (Turkish Studies, 2016-12-10) Çakır, Mehmet Saki
    Nakşbendî-Hâlidîliğin Türkiye, İran ve Irak ülkelerinde etkin olan Seyyid Taha Nehrî kolu, XIX. yüzyılın başlarında Hakkâri’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bağlar (Nehrî) köyünde kurulmuş ve uzun bir süre faaliyetlerini devam ettirmiştir. Bölgeye Nakşbendîliği ilk getiren Seyyid Abdullah Şemdînî (ö. 1819-20) olsa da yetiştirdiği halifeleri ile kolu tesis eden ve yayılmasına öncü olan kişi, birâderzâdesi Seyyid Taha’dır (ö. 1853). Seyyid Taha’dan sonra oğlu Şeyh Ubeydullah (ö. 1883) döneminde ise Nehrî Tekkesi, siyasi bir kimlik kazanmış ve bundan sonraki faaliyetleri bu yönüyle öne çıkmıştır. 1925 Şeyh Said isyanıyla birlikte Nehrî Tekkesi’nin o dönemki postnîşîni olan Seyyid Abdülkadir (ö. 1925) idam edilince, oğlu Seyyid Abdullah Geylânîzâde (ö. 1967) tarikat merkezini İran Urumiye ve Mahabad şehirlerindeki tekkelere nakletmiştir. Kolun yayılmasında siyasi ve sosyal etkenlerle birlikte en etkili faktör, şeyhlere atfedilmiş özelliklerin yanı sıra tarikatı yaymada gösterdikleri çabalardır. Bu çabalar neticesinde kol, Türkiye’de Gayda, Küfrevî, Norşin, Arvâs ve Kelâmî dergâhıyla; İran’da Kemâlizâde, Nerzîveyî, Ermenibulâğ, Tikantepe ve Köhne Kale hânkâhıyla; Irak’ta Sûrsûre, Bârzân ve Şeyh Reşid Lolân tekkesiyle yayılmaya devam etmiştir. Nehrî Tekkesi Seyyid Taha döneminde klasik bir Hâlidî tekkesi olma özelliğini koruyarak siyasi alanda etkili olmuştur. Ancak Şeyh Ubeydullah döneminde tekke, siyasileşmiş ve bölgedeki sosyo-politik gelişmelerin merkezinde yer almıştır. Bununla birlikte Şeyh Ubeydullah Tasavvufi faaliyetleri ihmal etmemiştir