2) Makale
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Mus'ab b. Umeyr'in hayatı kişiliği ve İslam tarihindeki yeri(2017) Gündüz, Mehmet SalihBu çalışmada, ilk Müslümanlardan olan Mus’ab b. Umeyr’in hayatı ve İslamiyet’e olan katkıları anlatılmakta, onun Müslüman olmadan önceki ve Müslüman olduktan sonraki hayatı incelenmekte ve onun Medine’ye olan göçüne değinilmektedir. Bu çalışma, Musab b. Umeyr’in kendisinin İslam öncesi müreffeh yaşantısını terkedip Müslüman oluşunu ortaya koymaktadır. O Müslümanlık hayatı boyunca birçok zorluklarla karşı karşıya gelmesine rağmen dinini terk etmemiştir ve bu uğurda doğmuş olduğu şehir olan Mekke’den ayrılmıştır. O Medine’ye hicret etmiş ve orada İslam’ın ilk öğretmeni olmuştur. Bu çalışma, Mus’ab b. Umeyr’in kendi hayatını İslam’a adadığını ve bu uğurda şehit edildiğini vurgulamaktadır.Öğe Hz. Hamza'nın hayatı kişiliği ve İslam tarihindeki yeri(Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2017) Gündüz, Mehmet SalihBu çalışmada Peygamber Efendimizin (sas) çok sevip saydığı, maddi ve manevi desteğini aldığı, amcası ve sahabesi olan Hz. Hamza b. Abdülmuttalib’in Müslüman olmadan önceki ve sonraki hayatı ele alınmaktadır. Bununla ilgili olarak onun önce ailesi ve nesebi tanıtılmakta daha sonra Müslüman oluşuna değinilmektedir. Çalışmada ayrıca Hz. Hamza’nın Müslüman olduktan sonra İslam’a olan katkıları üzerinde durulmakta, cesaretinin ve güçlü şahsiyetinin bu katkılar üzerindeki etkisine dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda Hz. Hamza’nın katıldığı gazve ve seriyyeler incelenmekte ve bu savaşlarda göstermiş olduğu kahramanlıklara dikkat çekilmektedir. Bununla beraber İslamiyet uğ runa kendi hayatını hiçe sayarak kahramanca şehit olduğu vurgulanmaktadır.Öğe Alman coğrafyasındaki cadı avı vakalarında kilisenin rolü(Journal of History School (JOHS), 2019) İstek, GülşenAlmanca literatürde "Hexenjagd" , "Hexenwahn" veya"Hexenverfolgung" olarak adlandırılan Cadı avı, kilisenin öncülüğünde 15. ve 18. yüzyıllar arasında cadı olduğuna inanılan on binlerce masum insanın öldürülme hadisesidir. Cadı avı vakalarında genellikle toplumun en zayıf halkası olarak görülen kadınlar cadı olarak ilan edilmiş ve daha sonraları da küçük çocuklar bu iftiralardan nasibini alarak cadı oldukları düşüncesiyle ağır işkencelere maruz kalmıştır. Engizisyon mahkemesi ve papalık tarafından görevlendirilen bazı rahipler, insanların yargılanmasında ve yakılarak öldürülmesinde başrolü oynamış ve hatta iki rahip tarafından kaleme alınan Malleus Maleficarum (Hexenhammer) bu tür vakaların sonuçlandırılmasında başvuru kaynağı olmuştur. Bu çalışmada cadı avı vakalarında kilisenin rolüne değinilmiş ve özellikle Almanca yazılmış eserlerden bahsi geçen husus verilen örneklerle aktarılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra çalışmada "cadı" ve "cadılık" teriminin Tevrat ve İncil'deki yeri ile Alman diline etkileri üzerinde de durulmuş, ayrıca resim ve gravürlerle anlatılanlar desteklenmiştir. Söz konusu vakalar, Avrupa tarihinin karanlık kısımlarını bir kez daha ortaya çıkaracağından verilen örnekler de yer, zaman ve kişi bilgilerine de bilhassa dikkat edilmiştir.Öğe Haçlıların Maarretünnumân’da işledikleri cürümler(VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi/ International Journal of Historical Researches, 2019) İstek, GülşenAntakya’yı 28 Haziran 1098 tarihinde işgal eden Haçlılar Kudüs’e doğru yola çıkmış, Maarra ya da Maarretünnu’mân şehrini kuşatarak yaklaşık bir ay burada kalmışlardır. Söz konusu şehir, daha sonraları Haçlıların Müslümanlara uyguladıkları katliamla adından çokça bahsettirir hale gelmiştir. Nitekim Haçlı savaşlarına katılan Orta Çağ müellifleri dahi askerlerin bu insanlık dışı davranışını utanç içinde aktarmışlardır. Ancak buna rağmen bazı yazarların Haçlıları koruduğu görülmektedir. Onlara göre Haçlıların Müslümanları öldürmeleri ve burada gerçekleştirdikleri çeşitli zulümleri sadece civardaki Türkleri korkutma amaçlıdır. Bu bağlamda Maarretünnu’mân kuşatması Haçlı savaşlarında yaşananları ve Haçlıların gerçek yüzünü tanımada önemli bir unsur olarak görülmüş ve çalışılması düşünülen bu konuda farklı bir perspektif yakalayabilmek için Latin kroniklerinin yanı sıra Almanca ve İngilizce eserler de kullanılmıştır. Söz konusu kuşatmanın ana hatlarıyla Alman ve İngiliz literatüründe nasıl anlatıldığı, gerçeklerin çarpıtılıp çarpıtılmadığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.Öğe Haçlı seferlerine katılan kadınlar(Journal of Islamicjerusalem Studies, 2019) İstek, Gülşen1096-1291 yılları arasında cereyan eden Haçlı Savaşları, Ortaçağ’daki kadınların dünyasını anlamak için önemli hadiselerden biridir. Bu savaşlar sırasında Papalık Kurumu kendi hiyerarşisini yeniden sağlamlaştırırken ve siyasi yöneticiler de onlara bu hususta yardımcı olurken, savaşın en ağır yükünü halk çekmiştir. Nitekim dini duygularla manastır ve kiliseleri tek tek dolaşan papazlar, Müslümanlara karşı yapılacak savaşta halkın hem fiziksel hem de maddi desteklerine ihtiyaç duyduklarını belirtmiş, eli silah tutanların orduya katılmasını, malları olanların da mallarını “kutsal dava” uğruna fedakârca harcamalarını istemişlerdir. Onların bu vaazlarından sadece erkekler değil, kadınlar ve hatta çocuklar dahi etkilenmiştir. Bu duygularla kadınların bir kısmı savaşa katılırken büyük bir kısmı da evini ve çocuklarını geçindirmek mecburiyetinde kalmıştır. Savaşa katılan kadınların bazılarının ismi belliyken, tarihi kaynaklar kayıtlara geçmeyen on binlerce kadının olduğunu ve bunların da Haçlı Seferlerine katıldığını belirtmektedir. Bu çalışmanın amacı; 1099-1250 yılları arası Haçlı Seferleri’ndeki Hristiyan kadınların durumunu ortaya koymak ve bu kadınların bazılarını da ismen zikrederek aktarılanları desteklemektir. Bu bağlamda savaşa katılanlar ve katılmayanlar olarak kategorize edilen Haçlı kadınlarının, din adına yapılan savaşlarda yaşadıkları durumlar gösterilmek istenmiştir. Çalışmanın hazırlanmasında, öncelikle dönemin kroniklerine başvurulmuş, ardından çalışma Türkçe, Almanca ve İngilizce dillerinde kaleme alınmış çağdaş eserlerle de zenginleştirilmiştir.Öğe Haçlı kronikleri ve batı kaynaklarına göre Kutsal Mızrak Efsanesi(Journal of History School, 2019) İstek, GülşenHristiyan dünyada popülerlik kazanan birtakım rivayetler, 14 Haziran 1098 tarihinde Antakya’da Aziz Petrus Kilisesi’nde ortaya çıkarıldığı ileri sürülen ve “Kutsal Mızrak” veya “Longinus Mızrağı” diye tanımlanan bir mızrağın, I. Haçlı Seferi sırasında cereyan eden Antakya Kuşatması’nın seyrini değiştirdiği iddiasını taşımaktadır. Söz konusu mızrağın kutsallığı ve orijinalliği meselesi hem kendi döneminde hem de sonraki dönem yazarlarınca tartışma konusu olmuş ve tartışmalarda dönemin din adamlarının yalanlanması ve haçlı askerlerinin basiretsiz ve akılsızca davranışlar sergileyen kişiler olarak aktarılması endişesi nedeniyle genellikle objektif davranılmadığı görülmüştür. Kutsal Mızrak hakkında aktarılan rivayetler, Latin kroniklerinin yanı sıra çağdaş Batı kaynaklarında da yer almıştır. Bu bağlamda bu makalede Kutsal Mızrak hadisenin ortaya çıkışı, haçlı askerleri üzerindeki etkisi, mızrağın orijinalliği meselesi ele alınmış ve hadisesinin “dini bir kurgu” dan ibaret olduğu görüşü desteklenmiştirÖğe Almanca eserlere göre Kudüs’te kurulan bir Hristiyan tarikatı: Karmelitler ve Avusturya’daki faaliyetleri(İSTEM, 2019) İstek, GülşenKudüs’te 1155 yılında Karmel Dağı’nda Hristiyan hacılar ve Haçlı askerleri tarafından kurulan Karmelit tarikatı, kökenlerini Peygamber İlyas ve Elyesa’ya dayandırarak 13. yüzyıla kadar kuruldukları coğrafyada, daha sonra ise Avrupa ve Amerika kıtasında faaliyette bulunmuşlardır. Katolik Hristiyan tarikatları arasından oldukça önemli bir tarikat olan Karmelitler, dünyalık nimetlerden kendilerini uzak tutmayı, insanlığa hizmet etmeyi ve günahlarından dolayı kendi nefislerine ceza vermeyi tarikatlarının genel kuralları olarak kabul etmişlerdir. Ancak bu kadar hümanist görünen bu tarikatın Müslümanlar için aynı duyguyu besleyip beslemediği merak konusu olmuştur. Nitekim kuruldukları yer ve zamana bakıldığında dönemlerinin İslam dünyasında ağır tahribatlara sebep olan Haçlı Savaşları dönemi olduğu görülmektedir. Kudüs merkezli bu tarikat, zamanla Avrupa ülkeleri arasında da yayılma fırsatı bulmuş ve kuruluş yıllarındaki gibi Müslümanlara karşı Hristiyanları koruma amaçlı çalışmıştır. Avrupa ülkelerinden biri olan Avusturya’da da bu tarikat oldukça etkin olmuş ve II. Viyana Kuşatması sırasında Türklere karşı savaş arkasında önemli yardımlarda bulunmuşlardır. Bu çalışmada Karmelit tarikatının ortaya çıkışı, misyonları, Avrupa’ya yayılma nedenleri ve özellikle Avusturya’daki faaliyetleri üzerinde durulmuş, sonrasında da 1622 yılından 1780’li yıllara kadar olan zaman diliminde Avusturya’da yaşadığı sorunlar, gördüğü yardımlar ve Hristiyanlık adına yaptığı hizmetler detaylandırılmıştır. Çalışmada genellikle 18. ve 19. yüzyıla ait Almanca eserler kullanılmış ve eserlerde aktarılan bilgiler dönemin gazete haberleri ve Karmelitlerin güncel medya organlarındaki bilgiler ile desteklenmiştir.Öğe Almanca eserlerde çocuk Haçlı Seferleri(Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019) İstek, GülşenAlmancada “Kinderkreuzzüge” olarak adlandırılan Çocuk Haçlı Seferleri, 13. yüzyılda Alman ve Fransız coğrafyasından birçok çocuğun Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak için başlattığı siyasi, dini, ekonomik ve sosyal bir harekât olarak bilinmektedir. Haçlı Savaşlarının Avrupa’da oluşturduğu kutsal birlik inancı, Kudüs’ün tekrardan Müslümanların eline geçmesi, Avrupa’da yaşanan ekonomik darlık, Papalık kurumunun birleştirici rolünün zedelenmemesi gibi hususlardan dolayı her dönem devam ettirilmeye çalışılmıştır. Papanın önderliğinde Alman papazlar ve Alman Şövalye Tarikatı gibi kuruluşların dini temsilcileri, Alman coğrafyasındaki bütün kilise ve manastırları gezerek, yapılacak bir Haçlı seferinin önemine değinmişler ve oluşacak olan bir ordu için hem askeri hem de maddi yardıma ihtiyaçları olduğunu belirtmişlerdir. Yapılan bu çağrılara yetişkinlerin yanı sıra çocuklar da kayıtsız kalmamış ve Almanya’nın Köln şehrinde Nikolaus, Fransa’da ise çoban bir çocuk olan Stephan önderliğinde çocuklar birleşerek Kudüs’ü ve Kutsal Kabir’i inanmayanların (Müslümanların) elinden kurtarmak üzere harekâta geçmişlerdir. Savaşmayı dahi bilmeyen bu çocukların büyük bir kısmı yolda açlık ve yorgunluktan telef olmuş, bir kısmı ise denizde boğulmuştur. Geride kalanlar ise esir tüccarların eline düşerek Mısır ve Bağdat’ta köle olarak satılmıştır. Avrupa tarihinin tartışılan hususlarından biri olan Çocuk Haçlılar, kendi döneminde kilise ve siyasi idareciler tarafından sahiplenilmemiş ve hatta bazı bölgelerde Papalık kurumu ile karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle söz konusu durum, Haçlı Savaşlarına yeni bir bakış açısı kazandırmasından ve yaşanan katliamda kimlerin rolü olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmada, Almanca eserlerden faydalanılmış, bu bilgiler Fransızca bir eserle de mukayese edilerek Çocuk Haçlılar meselesi ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bahsi geçen seferlerin mevcut olup olmadığı, Alman ve Fransız coğrafyasında nasıl ortaya çıktığı, Kudüs’e ulaşmak için izlenen rotalar, dini ve yerel otoritelerin tutumları ve harekâtın başarıya ulaşıp ulaşmadığı gibi hususlar da yer, zaman ve kişi unsurları göz önüne alınarak aktarılmıştır.Öğe Cizvit tarikatının liselerde verdiği eğitim ve buna karşı oluşan tepkiler: Avusturya örneğiİstek, G. Cizvit Tarikatının Liselerde Verdiği Eğitim Ve Buna Karşı Oluşan Tepkiler: Avusturya Örneği. Akademik İncelemeler Dergisi, 14(2), 163-198.(2019) İstek, Gülşen1534 yılında Ignacio de Loyala (Ignaz von Loyola) tarafından kurulan, aslında Kudüs merkezli bir teşkilat olması düşünülürken fiziki ve siyasi şartların el vermemesi nedeniyle Avrupa’da yayılan ve faaliyet alanlarını genellikle misyonerlik ve eğitim kurumları üzerinde yoğunlaştıran Cizvit Hristiyan tarikatı, kısaca “SJ” (Societas Jesu- İsa’nın topluluğu) olarak isimlendirilmiştir. 1551 yılından itibaren Avusturya’da da faaliyetlerine başlayan Cizvitler, kurdukları kolejler ve eğitim kurumları sayesinde oldukça popüler hale gelmiş ve birçok devlet adamı ve kralların çocuklarına öğretmenlik yaparak devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Ancak tarihi süreç içerisinde güç zehirlenmesi yaşayarak Papa ve Avrupalı idarecilerle ters düşmüşler ve bunun neticesinde de 1773 yılında haklarına sınırlama getirilerek eğitim kurumlarına ve mal varlıklarına el konulmuştur. Bu çalışmada Osmanlı Devletinin çağdaşı olan Habsburg İmparatorluğundaki Cizvitlerin faaliyetlerinden bahsedilmiş ve özellikle 1551- 1773 yılları arasındaki lise eğitim sistemi ve bu sisteme karşı oluşan tepkiler üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda çalışmada, Avusturya Cizvit liselerinde görülen din, tarih ve dil öğretiminin diğer ülkelerdeki Cizvit okulları ile yer yer karşılaştırılması yapılarak, farklılıkları ve benzer tarafları tespit edilmeye çalışılmış ve Avusturya örneği üzerinden Cizvitlerin Avrupa’daki faaliyetleri hakkında daha genel bir yargıya ulaşılarak Cizvit literatürüne katkı sağlaması amaçlanmıştır. Çalışma, 18. ve 19. yüzyıllar arasında yazılan Almanca eserlerden istifade edilerek hazırlanmış ve bununla birlikte Türkçe bazı eserlere de başvurulmuştur.Öğe Almanca yazılmış çocuk kitaplarında Türk imajı: “Hatschi Bratschis Luftballon” örneği(2019) İstek, Gülşen; İstek, EmrahDin ve tarih içerikli birçok Almanca çocuk kitabında, Türkler ve Müslümanlar, genellikle olumsuz bir figür olarak tanıtılmıştır. Çocuklara yönelik yazılan bu eserlerde, Türk kavramı, Osmanlı akınları ve devşirme sistemi üzerinden yorumlanarak çocuk ve gençlerin zihinlerinde, Türkleri kötüleme, ötekileştirme (Müslüman/Hristiyan; Doğulu/Batılı), onlardan nefret ettirme şeklinde yer almış olduğu görülmektedir. Ayrıca korkunç ve canavar bir Türk portresi çizilerek, Almanca da “Türkenfurcht” olarak ifade edilen “Türk korkusu” pekiştirilmiştir. Bu çalışma, öncelikle Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun hâkimiyet sahasında yayımlanan Almanca kaynaklarda Türk algısının nasıl olduğunu anlamaya yöneliktir. Zikredilen eserlerde Türk kelimesi; “Müslüman”, “Doğulu” yani “Avrupalı olmayan”ı ifade etmek için kullanılmıştır. Bu eserlerde Türk’e karşı geliştirilen yaklaşımın tarihsel geçmişi ortaya konularak, bu sürecin en son örneklerinden birisi olan ve Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında Viyana’da yazılan bir çocuk kitabı olan “Hatschi Bratschis Luftballoon” adlı eserdeki Türk imajı etraflıca irdelenmiş ve kitabın farklı dönemlerdeki basımları mukayese edilmiştir. Böylece eserin, kapak resminden içeriğine kadar pek çok hususta Türk imajındaki değişim incelenmiştir.Öğe Hilâfetin kaldırılmasının Avusturya basınında yansımaları(E-Şarkiyat, 2019) İstek, GülşenMemlûk Sultanlığının fethinden itibaren kutsal emanetlerle beraber devralınan Hilâfet makamı Osmanlı padişahlarına manevi bir otorite sağlamıştır. Hilâfet makamı saltanatın kaldırılmasının akabinde 3 Mart 1924 yılında yeni meclisin iradesi sonucu kaldırılmış ve son halife Abdülmecid Efendi aile efradıyla beraber ülke dışına gönderilmiştir. İslam dünyasında geniş bir yankı bulan bu hadise Avrupa’da da ilgiyle takip edilmiştir. Öyle ki Avrupa basını olayı bir iki gün içinde gazetelerin baş sayfasında duyurmaya başlamış, zaman içinde de konunun haber değeri azalmasına rağmen uzunca bir süre daha köşe yazılarıyla Hilâfet kavramını yorumlamaya devam etmişlerdir. Hilâfetin kaldırılması Avrupa’da basılan gazetelerde çok daha geniş bir perspektifte işlenmiş ve gazetelerde “bölgeden gelen raporlar” şeklinde yayımlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin ezeli rakibi ve son müttefiki olan Avusturya’da basılan gazetelerde de Hilâfetin kaldırılmasının detaylı bir şekilde aktarıldığı görülmektedir. Bu çalışmada Hilâfetin kaldırılmasının ve akabinde gelişen olayların Avusturya basınındaki yansımaları ortaya konacaktır. Bu bağlamda maiyetiyle beraber Avrupa’ya giden Abdülmecid Efendi’nin yolculuğu, uğradığı menziller ve bu süreçte yaşadığı hadiseler aydınlatılmaya çalışılacaktır. Ayrıca kaldırılan Hilâfet makamının yerine Avrupa devletleri tarafından planlanan yeni oluşumların haberleri de söz konusu gazetelerden taranacaktır.Öğe 17. ve 20. yüzyıllar arasında arşiv belgelerine yansıyan Antalya medreseleri(Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 2019) İstek, GülşenTarihi ve doğal güzellikleriyle günümüzün cazibe kenti olan Antalya, milattan önceki dönemlerde de "cennet gibi bir belde" şeklinde tasvir edilmiştir. XIII. yüzyıla kadar çeşitli medeniyetlere ve devletlere ev sahipliği yapan bu şehir, Selçuklu Devleti'nin bölgeyi tam olarak ele geçirmesinden sonra önemli bir liman kenti haline dönüşmüştür. Selçuklular, hüküm sürdükleri bölgelerde uyguladıkları medeniyet tasavvurunu ve şehirleşme politikasını Antalya'da da uygulamıştır. Bu dönemde yapılan camiler, medreseler, mektepler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, imarethaneler ve su sarnıçları şehrin dokusunu değiştirmiş ve imarını hızlandırmıştır. Osmanlılar döneminde de söz konusu sosyal müesseselerin bazıları varlığını devam ettirirken bazıları da faaliyetlerine son vermek zorunda kalmış, ancak bu dönemde de yeni sosyal müesseselerin yapılmasıyla şehirleşme kaldığı yerden devam etmiştir. Genellikle cami yanlarına veya bitişiğine yapılan medreseler, bir toplumun gelişmesinde ve kültürel yapısında önemli etkenlerden biri olmuştur. Antalya'daki medreseler de şehrin eğitim sistemini ayakta tutan kurumlar olmasına rağmen, söz konusu medreseler üzerine yapılan çalışmalar genellikle mimari alanda olmuş ve sadece üç-dört medrese üzerinde ayrıntıya gidilmiştir. Bu nedenle hazırlanan bu çalışmada 17. ve 20. yüzyıllar arasında arşiv belgelerine yansıyan Antalya medreselerinin (Antalya, Korkuteli ve Elmalı) işleyiş yapıları, yaşadıkları sorunlar ve medreseler üzerinde nüfuzu olan kimseler veya da kurumlar ortaya konulmaya çalışılacak ve böylelikle Antalya medreseleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olunabilecektir. Özet: Sultan I. Alâeddin Keykubat (1219-1236) döneminde tam anlamıyla Selçuklu hâkimiyetine giren Antalya şehri, Sultan’ın ismine ithafen “Alâiyye” olarak adlandırılmış ve bu tarihten sonra da Selçuklu Devletinin önemli bir liman kenti haline gelmiştir. Selçuklu Devleti’nin yıkılması ve Beylikler döneminin başlaması sürecinde şehir, Hamid-Oğullarının bir kolu olan Teke-Oğullarına geçmiş ve 1390 yılında Yıldırım Bayezid’in Teke-Oğulları ile mücadelesi neticesinde Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Antalya şehri hem Selçuklular hem de Osmanlı Devleti döneminde örgün eğitim kurumlarından biri olan medreselere ev sahipliği yapmıştır. Cami bitişiğine ya da müstakil bir alanda yaptırılan medreseler, bazen devlet yöneticileri ya da devlet adamları bazen de hanedan mensupları veya maddi durumu yerinde olan vatandaşlar tarafından yaptırılmıştır. Antalya’da tek katlı medreseler bina edildiği gibi çift katlı medreseler de inşa edilmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, meşhur seyyahlar İbn Bibi ve Evliya Çelebi’nin seyahatnameleri esas alınarak ve Antalya medreseleri üzerine yapılan eserler araştırılarak yapılan bu çalışma neticesinde Antalya ve Antalya’nın ilçeleri Korkuteli ve Elmalı’daki medreseler tespit edilmeye çalışılmıştır. Antalya’da Selçuklulardan kalma medreseler olan İmaret Medresesi, Atabey Armağan Medresesi ve Karatay Medresesi’nin yanı sıra Osmanlı Devleti döneminde yaptırılan medreseler de mevcuttur. Nitekim medreselerin en fazla artış yaşadığı dönem, Osmanlı devleti dönemidir. Herhangi bir sebepten ötürü arşiv belgelerine yansıyan Antalya medreseleri şunlardır: Hatip Süleyman Mahallesinde yer alan “Süleyman Medresesi”, Elmalı Mahallesindeki “Hacı Mehmed’in bina eylediği medrese”, Süleyman Mahallesinde “Hacı Abbaszâde Hacı Süleyman Medresesi”, Tahtapazarı Kızılsaray Mahallesinde “İsmail Efendi Medresesi”, Kasab Hac8ı Ahmed Medresesi, Hacı Cafer Ağa Medresesi, Murad Ağa Medresesi, Esir Hacı Ali Medresesi, Hacı Hasan Medresesi, Keçiyalar Mahallesinde “Hasan Efendi’nin bina eylediği medrese”, Gediz kasabasının Kadılar Mahallesinde “Yusuf Efendi’nin bina eylediği medrese”, Cami-i âtik Mahallesinde “Hızır Efendis’nin bina eylediği medrese”, Murad Paşa Medresesi”, sur dışında yer alan “Sefer Ağa Medresesi”, “Büyülü Minare Medresesi”, “Hacı Emin Medresesi”, “Hatuniye Medresesi” ve sur dışındaki Köseler köyünde inşa edilen “Şeyh Sinan Camii Medresesi” bulunmaktadır. Ayrıca zikredilen bu medreseler haricinde bazı çalışmalarda Antalya’da; Müsellim Medresesi, Kesik Minare Medresesi, Karakaş Medresesi, Varsaklı Mehmet Efendi Medresesi, Meydan Medresesi, Sürmeli Medresesi, Canmülk Medresesi, Ahi Kız Medresesi, Hacı Naim Efendi Medresesi, Susam Medresesi, Çömlekçi Medresesi, Değirmenönü Medresesi, Ak Mescid Medresesi, Âşık Doğan Medresesi ve Çukur Medresesi gibi medreselerin de olduğu belirtilmiştir. Antalya’nın yaylak veya yayla bölgesi olarak kullanılan İstanoz nahiyesinde ise arşiv belgelerine göre; Pınarbaşı Medresesi, Hızır Efendi Medresesi, Mustafa Efendi Medresesi, Emir Sinaneddin Medresesi, Hacı Menlü (Mevlüt) oğlu Ömer Medresesi, Ebu Bekir Ağa Medresesi, Koca Hafız Medresesi, Hacı Mollaoğlu El-Hac Ömer Medresesi, Şeyh İsmail Efendi Medresesi bulunmaktadır. Ancak Antalya üzerine çalışmalar yapan Süleyman Fikri Erten medrese sayısının 8 olduğunu ve medreselerin de Kalkanlı Hacı Ahmet Medresesi, Sultan Hatun Medresesi, Koparanzade Hacı Hüseyin Medresesi, Karabayırlı Hacı Hüseyin Medresesi, Kaşlı Ali Efendi Medresesi, İlpağı Hacı Hüseyin Medresesi, Şalaka Ahmet Medresesi, Oyunyeri Medresesi ve Kalkanlı Hacı Ahmet Medresesi, olduğunu belirtmiştir. Antalya’nın diğer bir ilçesi olan Elmalı’da ise inşa edilen medreseler şunlardır: Ketenci Ömer Paşa Medresesi, Esbak Mir-i Ahur Hacı Mehmet Bey Medresesi, Haydar Baba Medresesi, Arifî Ahmed Paşa Medresesi, Hüseyin Efendi Medresesi, Debbağ Baba Medresesi, Şeyh Ümmi Sinan Medresesi, Babazade Hacı Abdurrahman Medresesi, Hacı Şeyh Efendi Medresesi, Mustafa Efendi Medresesi, Hasan Efendi Medresesi, Salih Efendi Medresesi, Halil Efendi Medresesi, Çankırlı Medresesi, Osman Efendi Medresesi ve Örtekiz Köyü’nde “Mehmet Efendi Medresesi”. Ayrıca bu medreseler haricinde ismi verilmeyen iki medreseye de arşiv belgelerinde rastlanılmıştır. Antalya’nın her mahallesinde neredeyse bir medrese yaptırılmış ve medreseler genellikle banilerin ismiyle adlandırılmıştır. Medreselerde eğitim ve derecelendirme okutulan derslere, müderrislerin maaşlarına, medreseyi yaptıran kişinin statüsüne göre derecelenmiş ve medrese öğrencilerine de belirli oranda burs verilerek eğitimlerine devam etmeleri sağlanmıştır. Medresede görev yapan müderrisler berat-ı şerif adı verilen bir belge ile çalışmışlar ve bu belgenin kaybolması durumunda Şeyhülislamlık makamı tarafından yeni bir berat-ı şerif hazırlanmıştır. Söz konusu belge olmadan çalışan müderrislerin varlığına da rastlanılmıştır. Müderris atamalarında; vâkıf, mütevelli heyeti, müftü ve şehir naibi etkili olmuş ve ölüm, terfi ya da el çektirme gibi durumların yanı sıra müderrisin kendi rızasıyla görevi bırakması sonrasında bu atamalar gerçekleşmiştir. Atamalar hususunda Antalya’daki medreselerde de sorun yaşanmış ve bu sorunlar halledilinceye kadar medresenin bağlı bulunduğu vakıf gelirleri belirli kişilere teslim edilmiştir. Antalya’daki medreselerde ilim tahsiline oldukça önem verilmiş ve ilme mani olacak her türlü maddi husus hem müderrislere hem de öğrencilere verilen bağışlarla giderilmeye çalışılmıştır. Ancak buna rağmen medreselerin Antalya’da yaşanan bazı hadiselere karıştığı görülmektedir. Nitekim 1510-1511 yılında cereyan eden Şah Kulu İsyanı’na katılanların arasında medrese öğrencilerin de olduğu ve eğitim-öğretimin bu nedenle uzunca bir müddet aksadığı, devletin bu isyancıların ayaklanmalarını önleyebilmek için ard ardına bölgede bulunan kadılara talimat gönderdiği bilinmektedir. Ayrıca bu dönemde bazı medreseler silahlı suhtelerin ya da onların kılığına girmiş insanların faaliyet merkezi olarak kullanılmıştır. Antalya’daki medreselerde eğitim-öğretimi aksatan hususlardan biri de 1890 yılında muhacirlerin Antalya’da misafir edilmeye başlanması ve yer olmadığı için de gelenlerin genelde medreselerde misafir edilmesidir. Bu durum uzunca bir müddet devam etmiş hatta medrese öğrencilerinin kaldırımda kaldıklarına dair telgraflar gönderilmiştir. Eğitim-öğretimi aksatan diğer bir önemli husus da; salgın hastalıklardır. Özellikle çiçek hastalığından dolayı İstanoz nahiyesinde çok fazla insanın öldüğü, doktorun bulunmadığı ve bölgeye ivedi bir şekilde sağlık personelinin gitmesi gerektiği bildirilmiştir. Medreselerde yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen Antalya’daki medreseler faaliyetlerine devam etmiş ve vakıfların kontrolünde hayatlarını devam ettirirken 1826 yılında Evkaf Nezareti’nin kurulmasıyla peyderpey bu kuruma bağlanmıştır.Öğe Câbir b. Abdullah’ın hayatı ve hadis rivayeti(FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 2017-03-25) Ece, AbdurrahmanSon dönemin gündemde olan en önemli konularından birisi de hadisler ve bunların ilk aktarıcıları olan sahâbîlerdir. Özellikle çok hadis rivayet eden sahâbiler daha çok gündemi işgal etmektedirler. Bu makale, hadis rivayet tarihinde önemli bir yere sahip olan meşhur sahâbî Câbir b. Abdullâh’ın hayatını, hadislerin tahammül ve edası bağlamında ele almaktadır. Hz. Câbir’in doğumundan vefatına kadar geçen bir asra yakın ömründe ikamet ettiği yerler, Hz. Peygamber ile beraber geçirdiği dönem ile sahâbe döneminde katıldığı seferler ve etkilendiği önemli siyasi ve sosyal olaylar üzerinde durulmaktadır.