Yazar "Kutluay, Ferhat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 3 / 3
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe HİPPİAS’IN DOĞAL HUKUK FİKRİNDEN KANT’IN EBEDİ BARIŞ FİKRİNE(2023) Kutluay, FerhatAntik Yunan dünyasının IV. Yüzyılda yaşamış önemli sofistlerin içerisinde yer alan Hippias, özellikle ortaya koyduğu physis (doğa) ile nomos (yasa) arasındaki karşıtlığa vurgu yaparak physis'e öncelik vermesiyle ön plana çıkar. Hippias, bu doğa sayesinde herkesin birbirine benzer ve hatta akraba olduğunu ve dolayısıyla tüm insanların doğaya özdeş, akıl temelli olan ortak yasalar etrafında birleşebileceği ve buradan yola çıkıldığında evrensel bir ideal olan ebedi barışın tesis edilebileceği fikrini ortaya koyar. İşte temelde 'Ebedi Barış' fikrinin ilk savunucusu olan Hippias, kendisinden sonra gelen birçok düşünüre bu bağlamda önemli bir esin kaynağı olmuştur. Daha doğrusu gerek insanların rızası dâhilinde devletin daha sonradan ortaya çıkması bağlamında sosyal sözleşme teorisinin ve gerek eşitsiz ve dolayısıyla çatışmasız bir dünyayı resmeden ebedi barış fikrinin ilk temellerinin Hippias tarafından ortaya atıldığını pekâlâ söyleyebiliriz. Bu bağlamda bakıldığında Hippias'tan sonra ebedi barış fikrinin en önemli temsilcisi 18. Yüzyılın dikkat çeken filozoflarından olan İmmanuel Kant olmuştur. Kant, tıpkı Hippias'ta olduğu gibi tüm insanları dünya vatandaşı olarak görür ve bundan dolayı insanların, ortak yasalar altında milletler topluluğu adı altında birleşebileceğini söyler. Buradan yola çıkan Kant, insanların 'Ebedi Barış'a ulaşacağını söyler. Dolayısıyla Kant, Ebedi Barış fikrinin ilk savunucusu olan Hippias'tan esinlendiği fikri geliştirerek 'Ebedi Barış' adı altında tekrardan formüle etmiştir.Öğe John Locke'un Hoşgörü Anlayışının Eleştirisi(2022) Kutluay, FerhatEşitlik ve bireysel özgürlükler bağlamında gerek kendisinden önce ve gerek kendisinden sonraki birçok düşünürden birkaç adım önde olduğu kabul edilen John Locke, bilhassa insanların Tanrı tarafından doğuştan bahşedilmiş birtakım hakları olduğunun altını çizer. Bunlar; yaşam, özgürlük, eşitlik ve özel mülkiyet haklarıdır. Locke’un ısrarla üzerinde durduğu bu hakların en dikkat çekici tarafı, onların bir yaratıcı tarafından insana doğuştan verilmiş olmasıdır. Bu nedenle Locke’a göre Putperest olsun, Müslüman olsun veya Yahudi olsun ya da başka herhangi bir inançtan olsun hiç kimse dini inancı nedeniyle doğuştan sahip olduğu bu haklarından mahrum edilemez. Ancak söz edilen bu doğuştan haklar, herhangi bir inanca sahip olmayan ateistler söz konusu olunca Locke’un tutumunun tümüyle değiştiği söylenebilir. Çünkü tüm inançlara hoşgörü ile yaklaşan Locke, insanlar arası ilişkilere anlam veren iyi-kötü ya da doğru-yanlış gibi ahlâkî ilkelere, ateistlerin sahip olmadığını iddia ederek onları hoşgörünün kapsamı dışında bırakmaktadır. Böylelikle hoşgörü kapsamının dışında kalan ateistler, Locke’un sözünü ettiği doğuştan haklardan da yararlanmaları söz konusu değildir. Ancak Locke’un ateistlerin ahlâkî ilkelere sahip olmadığı şeklinde ortaya koyduğu iddia, ampirik verilere dayanmamasından dolayı bir gerçekliğe tekabül etmemektedir. O hâlde Locke’un hoşgörü anlayışı, inanan ve inanmayan arasında bir fark gözetmekte ve dolayısıyla bir ayrımcılığa yol açmaktadır. Bu nedenle Locke’un hoşgörü anlayışı evrensel bir nitelik taşımaktan da uzak kalmaktadır. Bu durumda Locke’un hoşgörü anlayışını, Hıristiyan inancının savunuculuğunu yapmak ve buradan yola çıkarak içinde yaşadığı coğrafyanın içinde bulunduğu iç savaşlar ve özellikle din merkezli savaşlar yüzünden meydana gelen sosyal-siyasi bunalım koşullarından kurtulmasına bir nebze de olsa katkıda bulunmak için ortaya attığı şeklinde okumak gerekir.Öğe Sokrates: Düşünce ile Eylemlerinin Tutarsızlığı(2020) Kutluay, FerhatDüşünce tarihinde, adından sıkça söz ettiren birçok önemli isim yer almaktadır. Bu isimlerin başındagerek ortaya koyduğu düşünceleri ve gerek sergilediği eylemleriyle kuşkusuz çok uzak bir geçmişteyaşamış olan Yunanlı filozof Sokrates’in olduğu hemen göze çarpmaktadır. Bunun belki de en önemlinedeni, Sokrates’in düşünceleri ve eylemleri neticesinde önce hapse atılması ve akabinde dramatik birşekilde idam edilmiş olmasıdır. Sokrates’in kendi yaşamındaki kararlılığı ve en önemlisi düşünceleri ileeylemleri arasındaki ilişkinin tutarlığı herkesin malumudur. Ama Sokrates’in düşünceleri ile eylemleriarasındaki ilişkiye biraz daha yakından bakıldığında, zaman ile mekânın gerek dini ve gerek siyasikoşulları da dikkate alındığında onun pek de tutarlılık içerisinde olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıylabu çalışma öncelikle Sokrates’in düşünceleri ile eylemleri arasındaki ilişkiden yola çıkarak, Sokrates’indüşünce ile eylemleri arasındaki tutarsızlığı nedenleri ile birlikte ortaya koymuştur. Bu çalışma Dahasonra Sokrates’in tutarsızlığını göz önüne alarak onun, sadece mahkûm edilmesi noktasında,bilindiğinin aksine herhangi bir haksızlık durumunun söz konusu olmadığını da ortaya çıkarmıştır.